© Haber Olay 2021

Yıllarca öğrenci yetiştirdi, ardından yazar oldu

Şanlıurfa’da öğretmenliğe yıllarını veren ve yetiştirdiği öğrencileri farklı meslek dallarına hazırlayan emekli öğretmen Misbah Hicri, hayatını ve meslek hayatında yaşadığı anıları anlattı.

Verdiği röportajda meslek deneyim ve anılarını anlatan Hicri, yaptığı kampanyalarla köy okullarının gelişmesine yaptığı katkıları da anlattı. İşte Misbah Hicri’nin öğretmenlikten yazarlığa uzanan hayatının anlatıldığı o röportaj;

İlkokuldan başlamak üzere eğitiminizi nerede tamamladınız?

Şanlıurfa’da ilkokulu Yavuz Selim’de, Orta öğrenimi İmam Hatip Okulunda, Liseyi Ticaret Lisesinde bitirdim. O zaman Ticaret Lise Mezunları sadece bugün kapatılmış olan Ankara’da bulunan “Ticaret Turizm ve Yüksek Öğretmen Okuluna” gidebiliyorlardı. Bu okulun üçüncü sınıfında siyasi nedenlerden dolayı bırakmak zorunda kaldım. Bu arada ilimizde açılan Eğitim enstitüsünü bitirerek sınıf öğretmenliğine atandım. İmam Hatip’i okurken medrese de okudum. Ticaret lisesine geçince medreseyi bıraktım. 25 yıllık bir resmi hizmetten sonra emekliye ayrıldım.

 

Urfa’da çeşitli alanlarda çalışan, eğitimci yetiştirdiniz, esnaf eğittiniz, birçok kimseye destek oldunuz. Unutmadığınız ve paylaşmak istediğiniz anılar mutlaka vardır bizimle paylaşır mısınız?

 

Anı deyince yaşadıklarımız bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. O günleri sitayişle anıyorum. Eğitimcilere örnek olsun diye yazıyorum. Atandığım köyde okul yoktu. Bir köy öğretmeni okulun kırılan bir tahtasını, sırasını, dökülen bir sıvayı yapamazken ben “kendin okulunu kendin yap kampanyası” başlatıp, Urfa’nın Düzenli köyünde, merkeze 35 km. uzaklıktaki bir köyde birleştirilmiş beş sınıflı bir ilkokul binası kazandırdım.

 

Benim oradan atamam beş yıl ilkokulu okuduğum okula yapıldı. Siyah önlüklü, beyaz yakalı günlerimin geçtiği sınıfta bu kez öğretmenlik yaptım. Gazeteci olduğumdan dolayı bir gün o dönemin Urfa Valisi Muzaffer Dilek’le bir konuşmada, “bir okul yaptım ama öğrenci tuvaleti yapamadım” deyince vali kırsal alanda tuvaleti olmayan ve tuvaleti kullanılmayan 180 köy okulu tespit etti bunun yapılmasına müsebbip oldum.

Anılar anılar… Öğretmenler gününde hiçbir öğrenciden hediye almadım. Hediye almadığımı bilen bir öğrenci bir bahçeden gül koparıp getirmişti. Dikenlere takılan kolları çizilmişti. Yapılacak bir şey yoktu. Sınıfa özel yaptığım ecza dolabından ellerini pansuman ettim. Üzüldüm. Üzüldüğüm kadarda öğrencinin öğretmene olan saygısı beni duygulandırdı.

 

Yazma eylemi sizde nasıl başladı?

 

İlkokul dört ve beşinci sınıfta gittiğim şekerci çıraklığı sırasında dükkân komşumuz her gün bir gazete alırdı. Ben de o gazeteyi alır okurdum. Komşu bazen ustama seslenip “bu çocuk ilerde yazar olur” olur deyip alay etti ise de benim için hep teşvik oldu. Ben orta kısımda iken bir müdürümüz bize bir portre yazmamızı istemişti. Bende mahallede bulunan bir kızın portresini bir kompozisyon şeklinde yazmıştım. Daha çocukken bir tay onun yüzünü bir tekme atmıştı. Yüzünde bir yarım hilal ay şeklinde iz bırakmıştı.

 

Edebiyat öğretmenimiz bunu çok beğenmişti. Hatta şöyle bir söylem kullanmıştı. “İlerde sen bir edebiyatçı olabilirsin” demişti. Orta Okulda başlayan okuma merakım okul kütüphanesinden beni Halk kütüphanesine yönelmeme neden oldu.

 

Kütüphane beni kitapların içine çekti. O gün bugün okuma merakım her gün fazlasıyla arttı. Okuma serüveni bana yazı yazma hevesi verdi. Ortaokulda başlayan okul yazıları ve şiir yazmalarım benim lisede gazetelerle haşir-neşir olmama neden oldu. Daha lisede ulusal anlamda yayınlanan bir gazete ve bir dergide yazılarım yayınlanınca yazma aşkı bende dağ gibi içimde büyüdü. Aslında liseli yıllarım da evimiz tek tük gazete görürdü.

 

Yaşım ilerledikçe nedenler çoğaldı. Sosyal yaşam, toplumsal ve ekonomik nedenler benim yüreğimdekini insanlarla paylaşmaya mecbur etti. Yıllardır yazıyorum. Tükenmeyen bir deryadır benim yazma aşkım.

 

Ulusal ve yerel gündemde yazan veya yazdığınız zamanda birçok yazar var. Bunlar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

 

Bir zamanlar gazetecilik mesleği insanı aç bırakmayan ama bir selvi ağacı gibi ancak kendi kendine gölge olan bir meslekti. O zaman bu meslek aşkla yapılırdı. Şimdiki gazeteciler gazeteciden ziyade hepsi ticaret adamı.

 

Elbette takdir ettiğim ve yıllarca yazılarını takip ettiğim yazarlar olmuştu. Ben bugün köşe yazarlarının yazılarından haz almıyorsam bunun nedeni bir çok yazarın, yazarlığa yakışmayan yazılarla birilerinin emrinde çalışmalarıdır. Çünkü yazar aykırı kalem sahibi olandır. Yazar kırıcı olmamak kaydıyla gerçekleri yazmaktan kaçınmamalı. Ilımlı ve itidalli davranır, ama adaletsizliğin karşısında susmamalıdır. Civanmertlik, efendilik, nezaketin gereği kalemiyle dengeleri korumaya çalışmak, kadirbilirlik insanlığın erdemindendir. Gazetecilik de düzgün ve doğru çalışmak, azimli olmak, yeteneğini en iyi şekilde kullanmak bilgin olmayı gerektirmez. Bilgi edinmek, bilgilendirmek yeterlidir.

 

Yazarlık mı diyeyim yahut gazetecilik mi? Öyle kolay olmuş ki; canı sıkılan bakıyorsun cebinde bir kimlik, her fırsatta gazeteci olduğunu söyler durur. Yerel gazetecilik, internet geliştikçe habercilik, köşe yazısı, röportaj bir yandan önem kazanırken bir yandan da işin ciddiyeti kaçmışa benziyor.

 

Bu mesleği samimi bir şekilde yapanlar bir yana, çoğu yazılara, haberlere, röportajlara ayna tuttuğumuzda neler neler görmüyoruz ki... Aslında tüm yapılanlar okuyucuyu haberdar etme, bilgilendirme ve yaşananları olumsuz veya olumlu anlamlandırmadır.

 

Her yazar kendi başarısı ortaya koyar. Bizim onları mihenk taşına vurma gibi bir şansımız yoktur. Bizi de beğenenler olduğu gibi beğenmeyenler de çoktur. Bu fikir, düşünce ve siyasi gelişmelerden olsa gerek.

 

Urfadaki edebiyat kısır döngüsünün sizce ne gibi sebepleri var? Eskiden zanaat erbapların bile ezberlerinde şairlerden beyitler, düşünürlerden kıssadan hisseler vardı. Bugünkü durumun sebebi nedir?

 

Hala bizim yaşıtımız birçok kimse de Fuzuli’den, Nabi’den Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan, Pir Sultan Abdal’dan beyit okuyacak olanlar çıkar. Gençliği kast ettiğinizi biliyorum. Gençlik bu gün bir an önce servet sahibi olmak istiyor. Günümüzün espri söylemiyle köşe dönmek istiyorlar.

 

Ayrıca eğitim sistemimiz ilkokuldan çocukları bir yarış atı gibi test çözmeye yöneltti. Hal böyle olunca ne Yahya Kemali tanıyan var, ne Atilla İlhanı. Gençlik okumuyor. Aileler onların bilgili olmasına bakmıyor. Onların bir makama gelmesini istiyor.

 

Araştırmalarınızda mitolojik unsurları ve töreyi aşkla yoğurmuşsunuz. Bunun özel bir sebebi var mı?

 

Efsanelerin, destanların ve masalları dil en önemli katkıyı yapan unsurlardır. Tarihin varlığından bu yana gelişmiş bir dile sahip toplumlarda efsaneler daha yaygın anlatılmaktadır. Efsanelerin özellikle Mezopotamya’da çokça bulunmasının nedeni, dinler ve dillerle ilişkili olduğu gibi var olan milletlerin, ırkların farklılığı ve iç içe yaşamaları ile de ilgilidir.

 

Mezopotamya adıyla anılan üzerinde yaşadığımız bu topraklar; insanoğlunu bağrında yetiştirmiş, yaşatmış ve bugünlere taşımıştır. Uygarlıkların harmanlaması sonucu, kahramanlık destanları, ozanların sazı ve sözleri ile dünyanı dört bir yanına ulaşmıştır. Bu nedenle Mezopotamya; yüklendiği tarihi misyonla, teolojik, bilimsel ve arkeolojik incelemelerin merkezi olmuştur. Mezopotamya’da yaşayan insanlar; efsaneleriyle, mitleriyle, hikâyeleriyle bir harman oluşturduğu gibi destansı anlatımlarıyla da dikkat çekmişlerdir. Evrenin yaratılışından bu yana birçok efsane çeşidinin günümüze kadar gelmesi, bu coğrafyadaki kadim halkların yaşamlarını sürdürdükleri yerleşim yerleri, yaşam biçimleri, kahramanlıkları ve sevgilerini gizemleriyle anlatmayı bir maharet saymalarının katkısı büyüktür. Onun için bizim nine ve dedelerimizden duyduğumuz bu gün çocukların hasret katlığı bu anlatımları toplumla buluşturmayı bir görev kabul ettim. Bunun için Baba annem Fatma nineme minnettarım.

 

Toplumlar yaşam biçimlerini; olaylar, olgular çerçevesinde hayatın her alanında insan-mekân, doğa-insan ekseninde özgün anlatımlarla ifade etmiştir. Dil ve estetik uğraşırken yepyeni dünyalar kurma uğraşında olan efsaneciler kendinden önce yazılanlardan beslenip zamanın kimi gerçeklerini de hesaba katarak efsanelere yaşamsal bir güç vermişlerdir. Bende bu güce yeni bir katkı sunarak efsanelerin yaşamasına katkı sundum.

 

Yazar ve şairliğinizle birlikte araştırmacılığınız yanında birde ulusal ve yerel anlamda faaliyetleriniz de var. Bunları bir dışa vurum olarak algılayabilir miyiz?

 

Ortaokulda başlayan yazar ve şairliğim beni araştırmacılığa sevk etti. Bilmediğiniz bir yanımı daha sizinle paylaşayım. Urfa’da ilk kitap eleştirisi yapan biriyim. Bu benim Halk kütüphanesinden edindiğim deneyiyimdir. Ulusal anlamda uzun zaman habercilik yaptım. Habercilikten önce yazım ve şiirlerim ulusal anlamda yayınlandı.

 

Ulusal anlamdaki gazeteciliği niçin bıraktığımı sizinle paylaşayım. Sırası gelmişken gazetecilikte geçen bir anımı sizlerle paylaşayım. 1983 yıllarında ulusal alanda habercilik yapıyordum. Toprak reformu dolaysıyla köylülere toprak verilme düşüncesi vardı. Herkes ikamet ettiği köyde toprak verilecek diye müracaata bulunmuşlardı. Bunu duyan ağa soklu denilen bir tarım aletiyle köylülerin evlerini yıkarak, onları köyden çıkarmaya zorluyordu. Ben de bunu haber yapmak üzere fotoğrafladım.

 

Bunu duyan ağa aramış, taramış iki gazeteci yanına alıp beş kişilik bir grupla beni arayıp buldular. Konuştuk, onlar sanıyordu ki ben bunu şantaj olarak kullanacağım. Bunun böyle olmadığını anladıklarında dostlukları, akrabalıklara ortaya koydular.

 

Ben de onlara "ya ben bu haberi yaparım ya gazeteciliği terk ederim" deyince, onlar "yok" dedilerse de benim gazetecilikte ki samimiyetimi test ettiklerinin farkında değildiler. Israr ve rica beni gazete haberciliğini terk etmeye mecbur bıraktı. O gün bu gündür ben gazete muhabirliğini bıraktım.

 

Gazeteci ne yapar. Gazeteci her şeyden önce muhaliftir. “Yanlışa yanlış” deyip karşı duran, “doğruya doğru” demesini bilen, takdir edendir. Yol gösteren, barışa hizmet eden, kültürel ve sosyal yaşam içinde insanların ufkuna huzme düşürmesini bilendir. Medya/basın hayatının her alanında birleştirici gücünü ortaya koyarak kendini göstermelidir Ben dünyanın en zor mesleklerinden biri gazetecilik desem çoğunuz dudak bükersiniz. Ama bu kabul edilmiş, doğrulanmış bir gerçektir. Biz kendi yanlışımızı görmediğimiz zaman başkasının sözlerine incinmemek gerekir.

 

Ben yine mütevazı davranarak büyüklenmeden, ego ve kibir sarmalına girmeden hepinizi yerelden ulusala uzanan sorunların yazılması hayatın gerçeğini sahiplemenin gazeteciler için bir vazife olduğunun bilinmelidir. Yazı yazarak hem içimizdeki suçlu/haris ihtirasımızı sindirmiş, hem kalemin güzelliğiyle buluşmuş oluruz ki kaygıya, tasaya fırsat, kıskançlığa ve hasetliğe yer bırakmadan kendimizi toplumla buluşturma şansını elde ederiz…

 

Gazeteciliğin zorluğunu diğer mesleklerle kıyaslamayın. Beden işçiliği hepinizin malum olduğu işlerdir. Gazetecilik ise fikir, yazı, okuma, düşünce, araştırma inceleme hepsi kafa işi... İlham ve güç, canlılık, anlam ve renk kazandırma, onun için beden yorgunluğu zihin yorgunluğu yanında “çerez kalır” desem alınmayınız. Düşünmek yoksa hayat da yoktur.

 

Gazeteciliğin zorluğunu, balıksırtı gibi bir şey şeklinde ifadesi az gelir. Bıçak ağzında deyimi ve namlunun ucunda olmak günümüz şartlarına çok uygun… Sorumluluğunu bilenler için böyle… Bu bilinç de olmayanlar heybelerini doldurmaya bakıyorlar. En güzel yerde tatil yaparlar, dünyayı gezerler, gazeteciliğin dışında anlaşılmaz işleri vardır. Bu mesleği samimi bir şekilde yapanlar bir yana, çoğu yazılara, haberlere, röportajlara ayna tuttuğumuzda neler neler görmüyoruz ki... Aslında tüm yapılanlar okuyucuyu haberdar etme, bilgilendirme ve yaşananları olumsuz veya olumlu anlamlandırmadır. Bu meyan da gazeteci de dili en iyi şekilde kullanmanın bilincini edinirken gerçeğin peşini bırakmamalıdır.

 

Sizin için yazılan yazılarda çeşitli sınıflandırmaların yapıldığı dile getirilir. Siz kendinizi nasıl yorumlarsınız?

 

Misbah Hicri, gecesini gündüzüne katarak göz nurunu dökerek kendisini edebiyatın (nazım ve nesir) başına kendini bela etmiş biridir. Yazarak mutlaka toplumda “hoş bir seda bırakmak” çabası hep arzumdur. Ben siyasi olduğum kadar edebiyatçıyım. Ben sosyal ve toplumsal aktivitelere, insan haklarına değer verdiğim kadar adaleti ve hukukun üstünlüğünü savunan biriyim. “Adaletsizliğin karşısında susan dilsiz şeytandır” düsturu ile hareket eden biriyim. Özgürlükleri bireylerin sınırlarını zorlamadan onları tanıyarak sonuna kadar saygı duyarım. Barışı ve kardeşliği savunduğum kadar, eşit şekilde birlikte yaşamanın realitesini savunurum, değer katma uğraşındayım. Bu düşüncelerden hareketle gazetecinin görevini kısaca da olsa anımsayarak kendimizi tanıma ve tanıtmayı bir fırsat kabul ederim. Gazeteci arama-tarama yapması, araştırma, inceleme, haber hazırlama gibi çalışmaları ile sorumluluk edinirken, aynı zamanda tüm bu çalışmaları yapmak için okur, kendini geliştirir ve bilgilerini okuyucu ile paylaşır. Bu tür özgün çalışmalar yetenekli gazetecinin işi olmalı ve gazeteyi doyurucu hale getirmeyi kendine görev edinmelidir. Başarısı edindiği tecrübe, akilâne çalışmaları ve kendini geliştirmesi ile orantılıdır. İşte tüm bu zorluklara katlanarak bu mesleği sürdürme gayretindeyim.

 

“Kitap okumanın suç olduğu bir ortamda yaşıyoruz” tespitiniz geçmişin tecrübeleriyle bugün arasında nasıl bir paralellik kuruyorsunuz?

 

Kitap okumak, tarihin belirli dönemlerde ülkemiz de suç sayılmıştır. Bunun zararını gören biriyim. Yıllarca boğazımızdan, sosyal yaşamımızdan ayırdığımız o zamanın bir servetini kültürel yaşam için kitaplara verdik. Her bir dönemde bir vesileyle evlerimiz basılır kitaplar toplanır, sıkıyönetimlere giderdi. Bir gün öğretmenliğin suç olduğu bir dönemde evimiz basıldı, kitaplarımız toplatıldı. Karakolda bir çuval içinde getirildi. O zamanki askeri komutan şöyle kitaplara bakıp “kitaplarının içinde Kral Marks var, dini kitaplar var, kuran var, peygamber var ama neden Atatürk yok” deyince ben onu hemen cevapladım. “Atatürk gönlümüz de yazılı. Biz çocuklara fişler de Atatürk seni çok severiz. Atatürk bizi kurtardı fişlerle Atatürk’ü tanıtıyor sevgisini anlatıyoruz.” İnanmamış olsa da başını anlamla anlamlı sallayıp gitti. O dönem de bu kitaplar suçtu. Karakol bekçisi bizi tanıyordu. Kitaplar adliyeye gitmesin diye içinde büyük çoğunluğunu alıp götürdü. “Götüreyim hanım bununla bize ekmek pişirsin” dedi. Aslında bana büyük bir iyilik yapıyordu. Annem ben olmadığım zaman kitaplarımla yemek, ekmek pişiriyordu. Yine bir gün evimize yapılacak baskını haber almıştık. Bütün kitaplarımı avludaki kuyuya boşaltmışlardı. Bu anlatımlardan sonra bu gün okumak suç gibi gösterilse de zaman zaman bazı kitaplar yasaklansa da kitap okumanın rahatlığını yaşıyoruz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER